İletişimde ifade konusunun en önemli alt başlıklarından biridir. Belki de pek çok şeyin farkında olmadığımız gibi bu ifade şeklimizin de farkında olmayabiliriz. Sebebi; iyi niyetimiz, “benim, onun için kötü düşüneceğimi nasıl algılar?” gibi düşüncelerimiz, “ne diyorsam onun iyiliği için söylüyorum?” yaklaşımımız. İyi de, bu yaklaşımı kim biliyor? Tabii ki biz, yani kendimiz. Karşı taraftan da ifademiz nasıl algılanıyorsa, o şekilde biliniyor.
Peki bu algıda bizim payımıza düşen ne? Düşüncelerimizi karşımızdakine dillendiriş şeklimiz. Kullandığımız İfadeler “ben” dili mi, yoksa “sen” dili mi içeriyor? Kurduğumuz cümleler; kişiliğe mi yönelik, davranışa mı? Öfke ve nefret duyguları mı oluşturuyor? Söyleyene yardım isteği mi doğuruyor? Çekingen ya da saldırgan mı, yoksa güvenli insanlar mı yaratıyor? Kimi zaman; konuşmanız tam bitiyorken ya da yarısında, birden lafınızı kesen veya savunmaya geçen kişilere; “ne dedim ki şimdi ben!” diye kendimizce düşündüğünüz olmuştur. İşte tüm müsebbib: “ifade ediş” de. Aslında daha da öteye gittiğinizde onu o şekilde bize ifade ettiren nörotransmitterlerde. Bu konuyu burada bırakıp, “ben” dili ve “sen” dilini kısaca açıklayacak olursak:
“Ben” dili: kendi duygularımızı içerir yani bizden bahseder. “ben böyle hissediyorum ama bu davranış herkese göre farklı hissettirebilir” şeklinde bir ileti gönderir. Karşımızdakinin savunmaya geçmesini, kıstırılmışlık hissini, öfkeyle karşılık vermesini engeller. Kişinin o konu hakkında duygu ve düşüncelerini paylaşmasına yardımcı olur. “Sen” dili; suçlayıcı ve saldırgandır. Genellikle kızgınlık ifade eder. İletişimi engeller. Karşımızdaki kişiden bahseder, bizden bahsetmez. Örneğin; “Sen hatalısın! Çok yanlış davranıyorsun!”, Ben dili: “Senin bu davranışın beni incitti, üzüldüm!”veya “Kes sunu!! Çekistirip durma kolumu!” “ Kolumun çekiştirilmesinden hoşlanmıyorum.” ifadelerinde olduğu gibi.